Define İşaretleriEşkiya BelgeleriErmeni Gömüleri

Barunak Hovhannesi Papazyanın Tanıklığı

Ermeni Barunak Hovhannesi Papazyanın Tanıklığı

Tehcir (Sevk ve İskan) Kanunu döneminde başka bölgelere yerleştirilmek istenen ermeni tanıklarının anlattıkları.

BARUNAK HOVHANNESİ PAPAZYAN’IN TANIKLIĞI (D. 1906, YOZGAT, BOĞAZLIYAN KASABASI)

Ailemiz on dört kişiden oluşuyordu. Dedem köy muhtarıydı. Benim vaftizim yerel Gregoryen kilisesinde yapılmış. Vaftiz törenine dostlarımız olan Türkler de davetliymiş. Vaftiz adım Barunak’tır; ama, sonra Türkler adımı İbrahim koydular.

Benim Filor adında bir kız kardeşim vardı; erkek kardşimin adı ise Muşeğ’di. Dört halam vardı: Paytsar, Sandukht, Hina ve Verjin. Büyükannemin adı Narzad’dı, büyükbabamın adı ise Hayrapet; babamın adı Hovhannes, annemin adı Hnazand’dı. Annem aynı köyendi. Ziraatla uğraşıyorduk; üzüm, meyva yetiştiriyorduk. Bizi tehcir edip Yunanistan’dan gelen Türkleri yerimize yerleştirdiler.

Köyümüzde 90 hane Ermeni vardı. Ermeniler kırmızı taşlarla bir kilise inşla etmişlerdi; ama, o kilisenin inşaatı yarım kaldı. 1975 yılında o kiliseyi mescide çevirip yanına bir de minare dikmişler.

Teyzemin odası da okul görevi görüyordu; orada otuz-kırk çocuk toplanıp okuma-yazma ve dualar öğreniyordu. Ben de orada bir yıl okudum. Bizim köylerimizde sadece Ermeniler yaşardı; Ermenice konuşulurdu. Ama, pek az insan okuma-yazma bilirdi. Annem tarafından dedem ve iki dayım okur yazardı.

Evimiz

Evimizde bir tandır vardı. Özel yatak odalarımız ve karyolalarımız yoktu; yerde yatıyorduk. Köylü kadınlar pamuk ve yünden elbise dokuyorlardı. Her evde bir çulha tezgâhı bulunurdu. Annem ve teyzem dokuyorlardı. Erkekler şalvarla palto giyer; Ermeni kadınlar ise uzun don giyerler; başlarına yazma bağlarlardı. Kızların saçları kalem genişliğinde ince-ince örülür, giysileri açık renk olurdu. Erkeklerin kız seçmeye hakkı yoktu. Ebeveynler seçip, nişan yaparlardı. Erkek kızı görmezdi. Damlar topraktı. İnek, manda, koyun beslerdik. Noel’i, Yılbaşı’nı, Terındez’i, Hambardsum’u, Paskalya’yı kutlardık.

Bayram günleri dargın kalınmamalıydı; eğer zenginsen ve başkaları fakirse, fakire yardım etmeliydin ki, onların gözü üzerinde kalmasın. Düğün ve bayramlarda, davul-zurna çalınır, insanlar çember oluşturup şarkı söyler, dans ederlerdi. Kaşık havası ya da kamayı kuşağın içine sokup “Zeybek Havası” oynarlardı. Kurban kestiklerinde, kurban etini okutup, pişirirler, bulgur pilavı yaparlar, toprak kâselere doldurup, yoldan geçenler yesin diye yolun üstüne koyarlardı. Düğün havası ve oyunu Türk’tü. Köyün içinde, bol su akan bir kaynak vardı; ona Toros Efendi Kaynağı derlerdi. Bir de su değirmenimiz vardı. Devlet, kaç kovanın, kaç koyunun, ne kadar toprağın varsa ona bakar ona göre vergi alırdı. Devlet ürünün yedi kısmını sana bırakır, bir kısmını kendi alırdı.

Sık sık evimize yemeğe gelen Şekhe Ağa isimli bir Türk vardı. Büyükannem gidip ondan dedemi
kurtarmasını rica etti. Onun cevabı şu oldu: “Toprak sana haber verir; ama, ben vermem.”

Zorunlu Göçün Başlaması

Babam daha önce Türk ordusunda askerlik yapıyordu. Jandarmalar geldiler ve bize: “Yanınıza iki günlük yiyecek alın; başka bir şey almanıza da gerek yok. Her Ermeni aile kendi arabasıyla Kayseri’ye nakledilecek” dediler.

Bizi sürdüler. Annem iki yıl önce hastalanmış, boynunda bir yara açılmıştı; onu Kayseri’ye
götürmüşlerdi. Öyle ki, annem yolu biliyordu. Ama, bizi tarlalardan geçirerek götürdüler. Annem bizi
başka bir yere götürdüklerini sezdi. Sonra emir geldi: “Vadiye inin, doluşun.”

Halk arasında bir kargaşa yaşandı. Ağlama, sızlama, kargaşa… Zaptiyeler halkın sakinleşmediğini
görünce dayak atmaya başladılar.

Geceyarısı kendime geldim; ama, bir gözüm açılmıyordu; kapanmıştı. Kafamdaki yaradan akan kan
içinde kurumuştu. Annemi ve erkek kardeşlerimi bulamadım.

Türkün Annemi Kurtarması

Annem çok güzeldi. Hep evimizi ziyaret eden bir Türk annemi tanıyıp: “Ben seni kurtarırım;
altınlarınızın yerini biliyor musun?” diye sormuş.
Annem: “Evet, keseler içinde toprağa gömülmüştü.” cevabını vermiş.

Türk annemi kendi evine götürmüş. Annem takıların yerini göstermiş. Toprağı kazıp içi altın dolu
keseleri çıkarmışlar. Annem o Türk’ten çocuklarını bulmasını rica etmiş.
Annem, çıplak olduğumuzdan, beni içine sarması için, Türk’e bir çarşaf vermiş. Türk geldi. Ben bir
oğlan ve iki kızla birlikteydim. Hepimiz de yaralıydık. Kan yüzümüzde pıhtılaşmıştı. Bir vadideydik.
Birden atlı bir Türk’ün geldiğini gördük. Ben ona yaklaştım.

Türk sordu: “Sen kimin oğlusun?”

Muhtar Hayrapet’in oğluyum, dedim.

O zaman diğer üç yaralı da yaklaştı. Türk çarşafı gösterip: “Bu kimin?” diye sordu.
Ben de: “Bu dedemindir” diye cevap verdim; zira, kenarı kırmızı iplikle işlenmişti.
Bunun üzerine Türk güldü ve bana: “Seni annenin yanına götüreceğim” dedi.

Yolda bir kaynak gördük; orada yaralarımı yıkadım. Adam beni annemin yanına götürdü. Annem
beni görüp sevindi; yaralarımı yıkadı; yaralarıma ilaç sürdü; beni yatağa yatırdı.
O Türk’ün iki karısı vardı; annemle de evlendi. Anneme Fatma, bana da İbrahim adını koydu. Beni
de sünnet ettiler. Ailemizden sadece ben ve annem kurtulduk; o da annemin Türk’e karı olması sayesinde. Annemin o Türk’ten bir kızı oldu.

Aileye Diğer Ermeni Kadının Katılması

Türk üvey babam adı Turfanda olan başka bir Ermeni kadın daha getirdi. O Turfanda annemin çocuğu olduğu için kıskanmış; Türk gençlerine on altın verip: “Bu çocuğu götürüp, öldürün” demişti.

Annem bunu haber aldı.

Bir gün biz annemle koyun sağmaya gittik; eve dönünce baktık ki, annemin yeni doğmuş çocuğunun tırnakları siyahlaşmış; meğer onu Turfanda zehirlemiş. O çocuk öldü. Annemin o Türk’ten başka bir kızı daha oldu; adını Nadiye koydular. O kız daha yeni kırk günlüktü ki, bir gün, beni öldürmeleri için, Turfanda’nın Türk gençlerine on lira verdiği annemin kulağına ilişti. Annem o haberi alınca bana: “Haşim Ağa’nın yanına git. O bizim tanıdığımızdır; evinde on bir Ermeni’ye bakıyor. Git ona söyle bize de baksın” dedi.

Haşim Ağa’nın yanına gittim: “Annemin size selamı var. Eğer kabul edersen, senin evine gelip yanında yaşamamız ricasında bulunuyor; durumumuz çok kötü” dedim.

Haşim Ağa öneriyi kabul etti. Ben o zaman on bir yaşındaydım. Gidip cevabını anneme söyledim. Annem Türk’ten doğan kırk günlük kızın ağzına pancar emziği koydu; birlikte kaçtık. Türk akşam eve gelmiş; gâvur kızının oğluyla birlikte kaçtığını görmüş. Turfanda ona demiş ki: “Ben bu çocuğa bakarım.” Biz tanıdığımız o Türk’ün evine gittik. O Türklerin içinde bir adam vardı; annemi istiyordu. Haşim Ağa: “O iyi bir insandır” dedi. Annem gitti, o adamın karısı oldu; beni de yuanında götürdü. Annemin 1920 yılında o Türk’ten bir oğlu oldu. Ben o zaman artık on dört yaşındaydım.

Türk Ordusunda Askerlik

Dayılarım Tür Ordusu’nda askerdiler; Ermeniler ve Türkler aynı giysileri giyiyorlardı; ve onlar kaçabilmeyi başarmışlardı. Erzurum’da askerlik yapan babam ise orada öldürülmüştü. Dayılarım kız kadeşlerinin, yani annemin Türkler tarafından kaçırıldığını duymuşlardı; gelip bizi buldular. Annem ikinci çocuğunu da doğurmuştu; bana: “Seni dayının yanına göndereceğim” dedi. Ben dayımın yanına gidip
yaşadım.

1925’te İstanbul’a dayımın yanına gittim; zira, taşradaki Ermeniler yavaş yavaş İstanbul’a göç ediyorlardı. Ben ondan ayrıldıktan sonra, annemin o Türk’ten iki kızı olmuştu; ama, benimle mektuplaşıp bu şekilde hasret gideriyordu. Annem başından geçen her şeyi kalın bir deftere kaydetmişti; ama, defter herhalde kaybolmuştu Annemle benim kaçışımızdan sonra, Türk’ten doğan ve terk edip kaçtığımız kızı Nadiye’ye Turfanda bakmıştı. Aradan yıllar geçmiş; o Türk çok zengin olmuş ve Boğazlıyan’a taşınmıştı.

Üvey Babamın Ölümü

Onun on iki odalı bir evi, hizmetçileri olmuştu. Onun iki Türk karısı ölmüş, sonra Türk adam da ölmüştü. Geriye Turfanda ve ablam kalmıştı. Bir Türk Ağası Nadiye kız kardeşimle nişanlanmıştı. Düğün günü zavallı annem kızını evinin önünden geçirerek Uzunlu Köyü’ne gelin götüreceklerini duyup, düğüncüler davul zurna eşliğinde evinin önüne gelince, ellerini açıp yolun ortasında durarak ricada bulunmuş: “Durun! Gelinin yüzünü açın! Açın da hiç olmazsa yüzünü göreyim.” demişti.

Ama, çok kötü kalpli bir kadın olan Turfanda buna izin vermemişti. Arabayı sürüp yola devam etmişerdi. Onu Uzunlu Köyü’ne götürmüşleri. Nadiye’nin üç çocuğu olmuştu. Türk babası ölmüştü. Nadiye baba evine, Boğazlıyan’a gidip babasının mal varlığına sahip olmuştu.

Turfandanın Ölümü

Turfanda artık yaşlanmış olduğundan, hastalanmış bir odada yatıyormuş. Kışın yatağı yanına elektrik sobası koymuşlar ve hastanın yanında kimse bulunmadığı bir sırada yorgan alev almış; yanmaya başlamış. Yaşlı Turfanda’nın yataktan kalkmaya gücü yetmemiş. Hizmetçiler panikleyip, yardım etmek istemişler. Nadiye gidip onlara: “Odanın kapısını kapatın; diri diri yansın. O, öz annemin yüzümü görmesine izin vermedi; şimdi o tür bir ölüme layıktır” demiş.

Askere Alınmam

1925’te beniş gene askere çağırdılar. Ben de, o kadar şey gördükten sonra Türk askeri nasıl olurum diye düşündüm. Ama, pasaport vemiyorlardı. Sıvaslı Bay Murat bana yardım etti ve bana İran pasaportu çıkarttı. 1927’de Ermenistan’a geldim; ama, göç komitesi beni kabul etmedi: “İran’a gitmelisin” dedi. Ben çok yalvardım; onlara dedim ki: “Ben İslam ülkesinden Vatan’a dönüyorum; siz beni gerisingeri bir İslam ülkesine mi göndereceksiniz?”

Bana altı ay mühlet verdiler. Alapars Köyü’ne gidip çiftçi oldum. Ermenistan’da ilk kez kabak, patlıcan ektik. Buradaki insanlar sucuk, zeytin, kahve nedir bilmiyorlardı. Komşumun kahve tanelerini alıp haşladığını hatırlıyorum. Sonra, ben onlara kahveyi önce kavurmayı, sonra da öğütüp, şeker ve suyla pişirmeyi öğrettiğimi hatırlıyorum. Altı ay sonra İran’a gitmem için beni gene çağırdılar. Gitmek istemedim. Bir yıl daha süre verdiler. 1934’te beni Hıraztan askerlik şubesi başkanı beni yanına çağırdı: “Sen yalnız bir delikanlısın; askere git, görevini yap” dedi.

Beni Kanaker taburunda topçu birliğine yerleştirdiler. Askerlik görevimi yapıp geri döndüm. Nişanlandım; sonra da evlendim. 1936’da ailece Yerevan’a yerleştik. Sari mahallesinde ev inba ettim; taş yontmacı oldum. Zanaatkâr oldum; önemli bir usta oldum. Ermeni tuf taşının otuz altı çeşidi de elimden geçmiştir. İkinci Dünya Savaşı’nda süvari birliğindeydim. Bizi İran’a, Tebriz’e gönderdiler. 1945’te Türkiye gireceğimiz emri geldi; ama, sonra Japonya’da Hiroşima oldu; durduk. Ben iyi Türkçe bildiğimden istihbarat servisinde çalışıyordum. Adım Rahim’di.

Kaçtığımız Türk Kocanın Ölümü

1950’de annemin Türk kocası öldü. Annem kendisini Ermenistan’a götürmem için bana mektup yazdı ki, hiç olmazsa hayatının son döneminde birlikte olalım. Göç komitesine gittim; ricada bulundum; ama, ret cevabı aldım. Yeniden bir dilekçe yazdım: “Ya benim cefakâr annemi Ermenistan’a getirmeme izin verin; ya da onu siz getirttirin, masraflarını ben karşılayayım” dedim. Ama yardım etmeyi reddettiler.

1951’de zavallı annem Kayseri’de hastalanmış; Türk’ten olan kızı onu hastaneye götürmüş. İki gün sonra annem yüreğindeki özlemle vefat etmiş. Türkler bir çukur kazıp onu defnetmişler; ama, kirlenmemesi için, onu kendi mezarlıklarına defnetmemişler. Zavallı annem garipti; o şekilde de gitti! Böylece, annem beni göremeden vefat etti.

Ben öz annemi göremedim; ama 1970 ve 1975 yıllarında kız kardeşim beni ve karımı davet etti. Kayseri’ye kız kardeşimin evine gittik. Evimize. Evimize Arnavutlar yerleşmişti. O köydeki yaşlı Türkler beni hatırladılar; zira, savaşa kadar birbirimizle barışık ve barış içinde yaşamıştık. Artık, keçi kurban ettiler, koyun kurban ettiler; ağırladılar, gezdirdiler. Birlikte iyi vakit geçirdik.

ETİKETLER:
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.