Define İşaretleriEşkiya BelgeleriErmeni Gömüleri
 

Ermeni Gömüleri, Tanıklar Anlatıyor

Ermeni Gömüleri, Tanıklar Anlatıyor

Ermeni gömüleri arayanlara katkı sağlayacak önemli araştırmamız. Ermenilerin zorunlu göçü; Tehcir (Sevk ve İskan) Kanunu döneminde başka bölgelere yerleştirilmek istenen ermeni tanıklarının anlattıkları. Konuda adı geçen tanıklar o dönemde 5-15 yaşları arasındadır.

VARDUHİ MARGARİ POTİKYAN’IN TANIKLIĞI 1912 Yılı

Biz Van’da çok zengindik. Babamın 17 tane evi varmış. Rahmetli annem göç edeceğimizi haber alınca boynundaki kolyeyi, sahip olduğu altın ziynet eşyasını geri gelir ve buluruz düşüncesiyle ağacın dibinde, su kuyusunun yakınında toprağa gömmüş. Annem parmağında bir tek yüzük bırakmış. Göç sırasında ben 3 yaşındaydım. Ben göç ettiğimizin farkına varmadım. Yalnız rahmetli annemin elime bir kete koyduğunu, kapımızı açtıklarını ve dışarı çıktığımızı hatırlıyorum.

ŞOĞER ABRAHAM TONOYAN’IN TANIKLIĞI

1.900 yılından sonra muşta vardenis köyüne yerleştik. Akşam ve sabah herkes kiliseye giderdi. Yaşlı kadınlar, gelinler, kızlar giyinip kuşanıp kiliseye giderlerdi. Bayramlarda oruç tutardık. Her gün ayin yaparlardı.

Gelin iyi kumaştan dikilmiş bir elbise ve bir de ceket giyerdi. Başında, üzerine gümüş bir daire konulmuş bir başlık bulunurdu. Yüzünü sarı-yeşil-kırmızı renkli kumaşlarla örterdi. Çocuk doğurana kadar yüzü örtülü kalırdı. Gelinin elbisesi ipekli bir kumaştandı, kadifeydi ama genel olarak bizim memleketin elbiseleri iyiydi. Kızları 13-14 yaşından itibaren evlendirirlerdi. Yirmi yaşına gelince onunla evlenmezler, “büyük, evde kalmış” derlerdi. İstedikleri kadar çocuk sahibi olurlardı. Kızın çeyizine yorgan, döşek, yastık, şal, çorap koyarlardı. Hediye olarak altın yüzük, altın gerdanlık verirlerdi. Karnavalda davul zurna çalar, oynar, yer içerlerdi. Biz helva, kete yapardık. Oruç tutulan günlerde zeytinyağında pişi böreği yapardık.

KAMSAR HARUTYUNİ KHAÇATIRYAN’IN ANLATIMI 1898 Yılı

Babamı şehirde kuyumcu Harten olarak tanırlardı. Atölyesi şehrin iç mahallelerindeydi. Yamaçtan inince en aşağıda düz bir yer vardı; ordan iki basamak çıkıp atölyeye giriyorduk. Okul tatil olunca, babam kendisine yardım etmemi istediği bahanesiyle beni yanında götürürdü. Bana mesleğini öğretmek istediğini çok sonraları anladım. Ben her şeyi görüyordum, ama özel bir önem vermiyordum.

Babam bütün gün çalışıyordu; sürekli birileri gelip gidiyordu; ben de bir çırak gibi babamın yanında çalışıyordum. Her dediğini yapmak zorundaydım. Kaşlarını çatınca biraz korkuyordum; başka bir nedenden dolayı değil, sadece onu çok sevdiğimden ve çok saydığımdan onu gücendirmek istemediğimden dolayı. Genellikle herkes babam hiddetle baktığında bir tür dehşete kapılırdı; babam çok sert bir adamdı. Mavi, büyük gözleri vardı ve ters ters baktığında bütün yüzü dehşet veren bir hal alıyordu. Başlıca müşteriler Kürttü; onlar için gümüş süsler hazırlıyordu. Kürtler ise babamın çalışması karşılığında altınla ödeme yapıyorlardı. Bana göre, gümüş almak için altın vermeleri daima şaşırtıcı bir durum teşkil ediyordu. Babam altını küçük keseler içinde altölyenin köşesine doldurulmuş olan yanmış veya henüz yakılmamış kömürün altında saklardı.

ARAKEL ĞAZARİ TAGOYAN’IN TANIKLIĞI 1902 Yılı

Artık sonbahar yaklaşıyordu. Biz de Yeprat Nehri’nin kayaklıklarına varmıştık. Bizi gruplara ayırdılar. O Müslümanlığı seçmiş papaz şöyle bağırıyordu: “Sıvaslılar Harputlular Malatyalılar gruplara ayrılın” O grupları nereye götürdüklerini bilmiyoruz. Bizi döve döve Koşin Köyü’ne götürdüler; orada elli Ermeni ailenin yaşıyormuş. Ama köy boştu. Kalmamız için, bizi o köyün mezarlığına götürdüler. Orada bir çeşme vardı. Az ötede, bir mağara olduğunu gördük; o köyün Ermenilerini o mağaraya doldurduklarını gördüm.

İki gün sonra bize: “Yallah! Yürüyün!” dediler. Dar bir yoldan bizi düzlük bir yere geri götürdüler. Dört taraf üzüm bağlarıyla çevriliydi. Bizi yere oturttular. Yere bir kilim serdiler. Birisi bağırdı: “Millet! Kimin yanında ne kadar ziynet eşyası varsa kendi eliyle getirip bu kilimin üstüne koysun” Ben, annemin bir mendilin içine sardığı altın bir gerdanlık ve küpeleri olduğunu bilmiyordum. Arkamızda cehriler vardı. Annemle birlikte oraya gittik. Annem o çalıların altındaki toprağı kazdı; o mendili gömdü ve bana: “Sonra gelip alırız, buraya gömdüğümü hatırla” dedi. Jandarma ise hala çağırıyordu: “Kimde ne varsa getirsin kendi eliyle bu kilimin üstüne koysun!”

TOROS PETROSİ TERCANYAN’IN TANIKLIĞI 1915 Yılı

1915 yılının Mayıs başında Sebastiya’da Ermenilerin, o da sadece üzerlerinde taşıyabilecekleri kadar bir eşyayla, güneye doğru hareket etmek zorunda oldukları duyuruldu. Hazırlanmak için iki günümüz vardı. O zaman zarfında babam, tüm servetimizi küçük altın paralara dönüştürdü ve annem onları paltolarımızın astarı içine dikti. Ondan sonra merkezde Sebastiya Selçuklu Camii’nin yakınındaki meydanda toplandık. Göç yolunda altın paraları yutmayı ve onları dışkımızda aramayı ve onları tekar yutmayı öğrendik…

SATENİK KUYUMCUYAN’IN TANIKLIĞI 1902 Yılı

Yetimhanedeki Ermeniler Khırimyan Hayrik’in İzmir’e geldiğini ve Ermenilerin durumunun oldukça iyi olduğunu gördüğünü hatırlıyorlardı; zira, altın çarşısı ve bazı diğer işler Ermenilerin elindeydi. O bir vaaz vererek şöyle demişti: “Sevgili soydaşlar. Sizler Türkiye topraklarında yaşıyorsunuz; dolayısıyla, inancınızı ve dilinizi korumak ve başkalarının eline geçmemesi amacıyla her şeyinizi muhafaza etmek için, hep dikkatli olmalısınız. O yüzden benden size öğüt: Marul gibi açılmayın! Lahana gibi kapanın! Yani, varınızı-yoğunuzu, servetinizi Türklere göstermeyin.”

MUŞEĞ HOVHANNESİ HOVHANNİSYAN’IN TANIKLIĞI

Bizi sürgün ettiklerinde 1915 yılının Haziran ayıydı; buğday ve arpanın başaklanma dönemiydi. Sürgün sırasında bütün ailemiz, Sasun kalesinden gelen ve adı Zandusagyali yani Zandus’tan gelen olan ırmağı geçti. Suyun öbür yakasına, batıya geçtik; büyük bir mağaraya yerleştik. Biz mağaradan dışarıda olan biteni görüyorduk.

Ne kadar altın ve gümüş paramız varsa, babam hepsini erkek kardeşlerine ve yeğenlerine dağıttı ve şöyle devam etti:

“Lao! gidin başınızın çaresine bakın; belki birbirimizi yeniden görür, belki de görmeyiz.”

Ertesi gün her biri kendi karısını ve çocuklarını alıp ekmek bulmaya gitti, hayat aramaya. Birbirimizden ayrılıp dağıldık. Ben, babam, annem, gelinim (ağabeyim Halep’teydi), iki ablam ve amcamın oğlu kaldık.

AVETİS NORİKİ NORİKYAN’IN TANIKLIĞI ( Doğum 1909, BURSA, YENİCE KÖYÜ )

Bizim Bursa’nın Yenice Köyü’nde İpek fabrikası vardı. Sülalemiz kendi ailelerini kurmuş olan üç erkek kardeşten oluşuyordu. Ailemizde ise, dokuz kişiydik: dört erkek kardeş, üç kız kardeş, babam, annem ve ninem.

Mudanya Limanına toplanmıştık. Biz yedi kişiydik. Her birimiz ayrı bir yöne kaçtık. Bir tarafımızda deniz, öbür tarafımzıda da orman vardı. Ben o zaman hasta, aç ve yorgundum. Ama, mecburen herkesle birlikte Gemlik limanından Mudanya’ya kadar yürüdük. Köylerden geçiyorduk. Sonunda Mudanya limanına vardık ama çoğu kişi birbirini kaybetmişti. Ben babamla birlikteydim. Bütün Bursa Ermenileri oraya toplanmıştı. Bütün servetimizi o limanda bırakıp, gemiye bindik. Gemi bizi Marmara denizinden geçirerek Silivri’a ulaştırdı. Orada da pek çok muhacir vardı. Gemiden karaya indik ve Çorlu Şehri’ne gittik. Yunan Ordusu henüz oradaydı.

NATALYA AVETİSİ BARSEĞYAN’IN TANIKLIĞI (Doğum 1889, KARS, TSIPNİ KÖYÜ)

Bizim sülalemize Darbinents adı verilirdi. Biz çok zengindik. Dayılarım, teyzelerim, amcalarım ve halalarım bizimle geldiler. Türk savaşından evvel, diğer Hıristiyan erkeklerle birlikte Ermeni savaşları vardı. O yüzden de biz evimizi-barkımızı, servetimizi bırakıp kaçtık. Annem dört kızını, Siranuş’u, Hıranuş’u, Nunik’i ve beni alıp mandaları arabaya koştu ve kaçtıktan sonra büyük bir nehrin kenarına ulaştık. Amcam atıyla, sırayla bizi nehrin öbür yakasına geçirdi. Biz büyüktük, yürüdük. Daha sonra bir köye vardık ve bir evde kaldık. Tandırı yakıp kendimizi kuruttuk, ısındık. Orası Leninakan’dı [Şimdi Gyumri]. Ben ve ablalarım dışarı oyun oynamaya çıkmıştık; hava karanlıktı. Bizi öksüz sanıp, yetimhaneye götürmüşler. Annem “çocuklarım kayboldu” diye bağırmaya başlamış. Dayılarım ise, bizim yetimhaneye götürüldüğümüzü görenler olduğunu söylemişler. Sonra annem gelip bizi eve geri götürdü. Bogdanovka’ya gittik; orda da evlendim. Şimdi iyi bir oğlum, iyi bir gelinim ve iyi torunlarım var.

İSRAYEL APOİ GRİGORYAN’IN TANIKLIĞI (Doğum 1909, IĞDIR, GULABA KÖYÜ)

Yavrucuğum, ben Iğdır’ın (Sürmeli) Gulaba Köyü’nde doğdum. Köyümüzün önde gelen zenginleri evimize gelirler, Sonra Apo Ağa ile birlikte oturma odamıza gidip sohbet ederlerdi. Apo Ağam odanın içindeki büyük döşeme taşının üstüne otururdu. O döşeme taşının altında bütün servetimiz, takılar saklanıyordu. Geri kalan kişiler çuvalları yere serip üstüne oturuyorlardı. Biz çok zengindik. Sülalemiz erkek, gelin ve torunlarla birlikte 60 kişiydi. Çobanlarımız vardı; işlerimizi çobanlarımız görüyorlardı. Bir köyümüze gidersem, sakladığımız altınları çıkarır, getiririm; onların yerini biliyorum. İyi yaşıyorduk. Türklerle yan yana yaşıyorduk. Kavgayı hangi nedenle başlattıklarını hatırlamıyorum; söyleyemeyeceğim.

TAGUHİ ANTONYAN’IN TANIKLIĞI (Doğum 1900, BİTLİS)

Tehcir başladığında ben 15 yaşımdaydım. Türk Hükmedenden, erkeklerin askere alınması ve geri kalanların da sürgüne gönderilmesi için emir geldi. Türkler büyük babamı ve dayımı askere aldılar; zira kendi akrabalarından biri memurdu. O yüzden onların da bizimle birlikte tehcir edilmelerine izin vermediler. Ben evin yegane kızıydım. Ağabeylerim olan Harutyun, Sirekan, Grigor evimizdeki değerli eşyaları evin altına götürüp sakladılar. İhtiyacımız olan şeyleri yanımıza aldık. Zabitler “Haydi Ermeniler! Arabalarınıza binin!” diyorlardı.

MANVEL MARUTYAN’IN TANIKLIĞI (Doğum 1901, VAN, BERDAŞEN KÖYÜ)

Taş bir bina olan evimiz çok genişti; yaklaşık 4.000 metrekareydi. İçinde meyve ağaçları bulunan büyük bir bahçemiz vardı; orada sebze ve yeşillik yetiştirirlerdi. Aşçılarımız vardı; ama annem ve gelinler onlara yardımcı olurlardı. Her şeyi önceden planlayıp koyun ya da tavuk keserlerdi. Et ve şarap sakladığımız bir kiler vardı. Temizlik konusunda iş bölüşümü yapılmıştı. Elektrik yoktu. Gaz lambalarına gaz doldurmak küçük gelinin göreviydi. Diğer gelin ise ekmekle ilgilenirdi, vs. Bir kuyumuz ve kuyudan su çekmek için Fransa’dan getirilmiş bir motorlu pompamız vardı. Kağakamec’de çeşmeler vardı. altınlarımız kuyuya yakın ağacın altında saklıydı.

GALUST GEVORGİ SOĞOMONYAN’IN TANIKLIĞI (Doğum 1905, BOLU, NALLIHAN)

Ne kadar zaman geçti hatırlamıyorum, bir gün babam Türk hükümetinin tehcir edilen Ermenilerin evlerine geri dönmeye izin verdiğini söyledi. Biz eve geri dönüş yolunu tuttuk. Bizi karşılayan Türk komşular bize, bizim evin anahtarını verdiler. Herşey yolunda gibi gözüküyordu. Akşamleyin karanlık çökünce, annem altınları sakladığı teneke sandığı aramaya gitti, fakat bulamadı. Tabii ki komşuların işiydi bu.

Not:  1870 lerden beri Ermenilerin Hınçak olsun, Taşnak Sütyun (Ermeni Devrimci Federasyonu adlı siyasi oluşum) olsun çeşitli militan örgütlerinin Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu üzerindeki talepleri Osmanlıyı çok büyük sıkıntılara sokmuştur.  Nitekim 1. Dünya Savaşı başlangıcında Doğu Anadolu’daki Ermenilerin ayaklanarak çoktan Ruslar ile işbirliğine girmişlerdi. Akıbetindeki Tehcir Kanunu Ermenilerin karşısına ihanetlerinin bedeli olarak çıkmıştır. Fakat Tehcir kanununun uygulanması sırasında insani kayıplar yaşanmıştır.

Araştırmacı Define Sohbeti

Yorumlar

  1. Anonim dedi ki:

    Ben Erzurum da yaşıyorum gömüsünü geri kazanmak isteyene yardımcı olurum